28 Nisan 2009 Salı

DERYA BAYKAL DERYALI GÜNLER

Bugün izinliyim. İşe gitmedim. Showtv'de 28 nisanda yayınlanan Derya Baykal'ın "Deryalı Günler" programını izleme fırsatı buldum. Çalışıyor olduğum için gündüz televizyon seyretme imkanım olmuyordu.
Derya Baykal'ın Deryalı Günler programını birçok kişiden duyuyordum. Bugün benide yakından ilgilendiren bir konuya rast geldim. Biliyordum Derya Baykal'ın şeker hastası olduğunu. Bir şeker hastasının sağlıklı yaşayabilmesi için neler yapılması ve neler yapması gerektiğini idrak eden bir kişi olarak yakından ilgilenmesi ve halkı bilinçlendirmesi, takdir edilecek konuları ekrana getirmesi önemliydi.
Birçok hastalık konusuna değiniyormuş ama benim rastlama fırsatım olmamıştı.
Günümüzde şeker hastalığının insanlar üzerinde çok hızlı bir şekilde yayılması ve tedavi edilmez ise birçok organda hasar bırakabileceği anlatıldı. Şeker hastalğının çok az olarak genetik ve çoğu çevresel faktörlerden oluşabildiği söylendi. Bunun içine psikoloji, stres ve yaşam standardının sebep olabileceğinden ve yanlış beslenme bozukluklarından dolayı kaynaklandığı anlatıldı.
İnsan vücudunda sinsi veya hızlı ortaya çıkabilen bir hastalık. eğer bir kişi şeker hastalığına yakalanmış ise vücudunda çoğunlukla inişli ve çıkışlı seyreder. Şeker hastalığının inişli ve çıkışlı olması insan vücudunda olumsuz hatta hayatı tehdit edebilecek kadar önemli bir hasara sebep olur.
İnsülin ihtiyacı her şeker hastasının vücut direncine göre değişir.
Fakat kontrol altına alınabilirse uzun yıllar boyu hasta, normal yaşam standardına yakın yaşamına devam edebilir.
Derya Baykal'ın programı her ne kadar kadınların el becerilerine yönelik bir program gibi görünsede, bu tip konulara değinmesi insanları bilinçlendirme açısından önem taşır.

27 Nisan 2009 Pazartesi

DÜŞLEDİĞİMİZ HAYALLERİN HEPSİ

Bir günü daha geride bırakmak üzereyiz. Kimimizin hayalleri gerçekleşti, kimimizin hala askıda.
Şöyle bir düşünüyorumda koskoca gün boyunca yoldan geçen, bir yerlere giden insanları. Hepsinin ortak bir noktası var. Oda sağlıklı yaşamak ve karnını doyurabilecek kadar parası olması.
En büyük amacımız galiba bu. Bütün kederler, sıkıntılar hep bunlar için.
Bunların yanında ya yapamadığımız, gerçekleştiremdiğimiz amaçlarımız varsa. O zaman işte elde bunlarda yoksa o düşlediğimiz hayallerin hepsi bir anda uçup gidiveriyor. Geriye koskaca bir yürek yarası kalıyor.
Cadde boyunca sağlı sollu, aşağı yukarı insanlar yağmur suları gibi oluk oluk akıp gidiyor. Bir yere ulaşmak, gitmek isterken akıllarında hangi düşüncelerle yol alıyorlar, hangi hayalleri kuruyorlar acaba?
Yürürlerken yaşamın ve yaşadıklarının farkına varıyorlar mı acaba? Ya da yanından geçtikleri insanların veya hayvanların ne kadar farkına varabiliyorlar. Hayatlarında geçirdikleri bir günün kendileri için ne kadar önemli olduğunu içlerinde korkusuzca, yarını düşünmeden hissedebiliyorlar mı? Ne umutlarla yol boyunca yürüyorlar, ya da ne çaresizce. Kiminin belki kafasında kurduğu hayali, kiminde ödeyeceği borç var cebinle birlikte düşüncelerinde. Hayat ne kadar garip değil mi?İnsanlara yaşarken aslında bazı ipuçları veriyor. Bu ipuçlarını değerlendirmek yine biz insanlara kalıyor.
Sorular sorular. Cevabı tam olarak bilinmeyen ve bilinmeyecek sorular. Bugünde hayattaki gördüğüm insan manzaralarından bir konu anlatmak istedim. Sadece o kadar....

20 Nisan 2009 Pazartesi

ZEKİ MÜREN İŞTE BENİM ZEKİ MÜREN





Büyük, efsanevi bestecimiz ve güftecimiz Rahmetli Zeki Müren onu nasıl unutabilirizki. Türk sanat müziğine ve insanların duygularına bir merhem gibi katkısı o kadar büyük ki. Bunu kelimelere sığdırmak imkansız.

Bütün büyük usta besteciler ve güfteciler gibi insan ruhunu şarkılara o kadar güzel yansıtmıştır ki. Muhteşem sesi, muhteşem duygu seli yüklü şarkıları insanı nerelere götürmüyor ki. Zeki Müren'i dinlemek başlı başına büyük bir zevk.
Şarkıları okuyuşunda bir ahenk, bir garip duygu var. Tarifi imkansız. Böyle sanatçılar bir daha zor gelir dünyaya.

Kendi ismini taşıyan İşte Benim Zeki Müren şarkısı onun ve dolayısıyla onun gibi hissedenlerin ruhunu ve düşüncelerini o kadar güzel anlatıyor ki.
Ne güzel ifade etmiş "Herkes kendi hayatını yaşar." Bir şarkı güftesi ve bestesiyle ve dolayısıyla içeriğiyle bu kadar mı hayata ve insana dair olur.

Hele de, ismin Mesut ,göbek adım Bahtiyar. Mesut Bahtiyar'dan şarkılar dinleniz derken bile aslında mesut ve bahtiyar olmadığını vurguluyordu. Nur içinde Zeki Müren. Saygılarımla....

19 Nisan 2009 Pazar

ÇOK GÜZEL HAREKETLER BUNLAR 19 NİSAN PROGRAMI

Kanald 19 nisan Çok Güzel Hareketler Bunlar programında bu hafta Yılmaz Erdoğan oynanan skeçte güzel bir konuya değindi.
Kardeşlik konusu. Çoğu çocuk ve ergenlik çağına girmek üzere olan gençlerin verdiği cevaplarda kardeş istemiyorum cevabıyla karşılaştı.
Fakat Yılmaz Erdoğan'ı tebrik ediyorum. Çocukların vermiş olduğu bu olumsuz düşünce karşısında verdiği cevaplardan dolayı.

Ne güzel ifade etti kardeş istemeyen çocuklara kardeşliği. Hayatta öyle değilmidir. Bir şeyin hep kötü yanını görürüz. Ters taraftan bakmak istediğimiz anda başka bir gerçekle karşılaşırız.
Kardeşlik dünyada vazgeçilmeyecek duygulardan, paylaşımlardan bir tanesi. Belki de en güzel duygu. Bunun farkında olana.
Yılmaz Erdoğan'ın dediği gibi, belki kardeşin olduğunda geceler boyunca onunla kıkır kıkır güleceksin, eğleneceksin, sabahlara kadar sohbet edeceksin, arkadaşlarınla kavga ettiğinde seni belki onların ellerinden kardeşin kurtaracak.

İnsanın en yakın dostudur kardeşi. En çekinmediği, utanmadığı, en güvendiği, belki yeri geldiğinde en anlaşamadığı ama, bir kavgada beraber ele ele yürüyebilecek kadar aslan kesilmektir kardeşlik.
Kan bağıdır bizleri kardeşimizle birbirimize bağlayan. Ama, aynı hayatı, aynı sıkıntılar ve aynı güzelliklerle paylaşmaktır kardeşlik. Ayrılmaz bir ikilidir kardeşlik.
Keşke herkesin kardeşi olsa, olanlarda kıymetini bilse. Herkese kardeşleriyle güzel ömürlerle paylaşımlar diliyorum
.

HASTANELERDE İNSAN İLETİŞİMİ

Son zamanlarda hastaneye sık sık yolum düşmeye başladı. Hastaneleri oldum olası sevmem. Her ne kadar böyle düşünsemde Hani derler ya! Allah ne eksik etsin, ne de düşürsün, herkes gibi bu düşünceyi savunanlardanım.
Bu yazıyı yazmamdaki amacım, insan ilişkilerinin özellikle güvendiğimiz yerlerde bozulmaya yüz tutmuş olmasını bir kez daha görmüş olmam idi. Aslına bakarsanız bu durumla günlük yaşantımızda her yerde karşılaşabiliyoruz. Fakat sağlıkla ilgili bir yerde tekrardan görmek beni bir kez daha üzdü.

İnsanlarla ve özellikle hastalarla birebir irtibat içerisinde olan bazı görevlilerin görevlerini yerine getirirken hasta ve hasta yakını ile insan ilişkileri açısından yetersiz , ilgisiz ve yarı alakadar olmasına üzgünlüğümü belirtmek isterim.

Hastanelerde ve acil kapılarında muayene olmak için kendilerine sıra gelmesine bekleyen hastaların, karşılarında masada oturan suratları asık, tabiri caizse beş karış, seni görmüyormuş, sen orada yokmuşsun edası ile davranan, sanki bir amacı yokmuş ve onu rahatsız etmişsin gibi davranan bazı görevlileri görmesi üzücü bir durum.

Burada yıllardır karşılaştığım ve sadece şahsıma ait olmayan bir gerçek var. Acil kapılarında acı içerisinde kıvranırken doktor dan önce masada elinde bir kalem ve bir bardak kahveyle sana asık suratıyla bakan bir hemşirenin ne oldu, niçin geldin ya da neyin var sorusu ile yarı alakadar bir şekilde karşılaşmak insan ilişkilerinin hastayla görevli açısından yetersiz kaldığının bir göstergesiydi.

Sağlıkla ilgili çalışan her görevlinin bir öğretmen ve hatta anne kadar kutsal bir görev yapıyor olması gurur verici. Bazı görevlilerin insan ilişkileri açısından yetersiz, donanımsız , eğitimsiz olduğunu düşünüyorum. Ettikleri hipokrat yeminine rağmen.

Sağlık alanında çalışan doktorların veya hemşirelerin hasta ve hasta yakını açısından zorluklar yaşadığınıda görmekteyim. Bu konuyuda belirtmeden es geçemem. Ama. yalnız bir şeyi bir yere kadar kabul edebilirim. Gece ve gündüz hasta ve hasta yakınlarıyla birebir diyalog halinde olan ilgilenen görevlilerin kendince problemlerinin ve sorunlarının olduğunuda düşünebilirim

Fakat, bu sorununu görev yaptığı süre içerisinde hastaya ve o hastadan sonra gelecek bir başka hastaya yansıtmayacak kadar eğitimli, biliçli, soğukkanlı ve anlayışlı olmalıdır. Davranış bozukluğunu bazı görevlilerde gözlemleyebiliyorum. Güleryüz ve alaka hastaya verilecek ilaçtan önce, ilk tedavi aracıdır. Kendimce yıllardır karşılaştığım ve doğrunun asık suratla hasta karşılamak olamadığına inandığım bu düşüncemi, insan ilişkileri açısından belirtmek istedim.
Yıllardır değişmeyen karşılaştığım bir gerçekti bu. İçlerinde bu görevi güleryüzü ve ilgisiyle çok iyi yapanlar var. Ama ben ne zaman yolum düşse hastaneye. Ya da bir başka tanıdığım, yada yardımcı olmak amacıyla gittiğim kişilerle bu durumla karşılaşıyorum. Hepsimi böyle olur. tabiki hayır . Ama şans herhalde ne dersiniz? Ve bir gün bu yarı, zoraki alakadar durumun biteceği günün, insanlık açısından dönüm noktası olacağına inanmak istiyorum.

17 Nisan 2009 Cuma

BEDİRHAN GÖKÇE İLE ŞİİR GİBİ 17 NİSAN PROGRAMI

Bedirhan Gökçe'nin 17 Nisan haftasındaki konukları Yücel Arzen ve Devrim Gürenç'ti. Program ikinci haftasında olmasına rağmen şiirle, şarkılarla ve hayata dair anektodlarla bezenmiş bir çiçek bahçesi gibiydi.
Bedirhan Gökçe'nin şiir yorumlarken ses tonuna, diksiyonuna hayranım.
Şiir'i şiir gibi okuyanlardan, insanın içinde fırtınalar estirenlerden, hatta şiir'i yaşayarak ve yaşatarak okuyanlardan olduğunu düşünüyorum.
Bu haftaki konuklarının ismini hiç duymamıştım. Ne şarkının Yücel Arzen'e ait olduğunu ve bu şarkıyı seslendireninde Devrim Gürenç olduğunu bilmiyordum. Öğrenmiş oldum.
Boşanmak istemiyorum programının şarkısıydı. Her ne kadar o tür programlara ilgim olmasada televizyon kanallarını değiştirirken rastlıyordum. Devrim Gürenç'in okuyuş tarzından olsa gerek diye düşünüyorum insanın içinde tuhaf bir duygu oluşuyordu.
Sözlerine bir anlam veremiyordum. Damadım nerde şimdi kısmına hiç. Bu kısmı şarkının gidişatıyla bağlantı kuramıyordum. Ama akşam bir nebzede olsada anlamaya çalıştım.
Her neyse güzel bir program. Hele Bedirhan Gökçe'nin ağzından şiir okuması ve müzikle şiire bağlantı yapması daha bir hoş oluyor. Tebrikler...

15 Nisan 2009 Çarşamba

SUGAR İN WARTİME BİTTER THING






Sizlerle amerikalı Sugar İn Wartime grubunu ve Bitter Thing şarksını paylaşmak istedim. Grup solistleri Tai Carmen Albert, Ronnie Hanks ve Johny Wagner.
Şarkılarını ve onları severek dinliyorum.
Sevdiğim Amerikalı aktör Edward Albert ve aktirist Katherine woodwille'nin kızı Tai Carmen Albert oluşan üçlü bir gruptur.
Rock,indie ve değişik tarzda müzikler yapmaktadırlar. Ben severek dinliyorum,sizlerinde severek dinleyeceğinizi umarım.

BİRİ BANA GELSİN FERHAT GÖÇER

Şu anda Ferhat Göçer'in sunduğu biri bana gelsin müzikle dolu programını izliyorum. 15 nisan haftasındaki konukları Aşkın Nur Yengi ve Yavuz Bingöl bir müzik ziyafeti veriyorlar biz seyircilere.
Hele Aşkın Nur Yengi'nin sesini ve şarkılarını duyunca çok çok eskilere 90'lı yıllara gittim.
Bir zamanlar fırtına gibi esmişti bu şarkılar.
Hiç unutamıyorum. Aşkın Nur Yengi'nin ses tonu ve şarkıları beni geçmişe götürdü.
Güzel bir üçlü oldular bu akşam. Ağızlarına sağlık.
Farklı ses tonlarından müzik dinlemek güzel bir duyguydu.

10 Nisan 2009 Cuma

TRT AVAZ BALKAN HAVASI

Yayın hayatına yeni başlayan Trt Avaz'da bundan sonra her hafta cuma akşamları Havva Karakaş'la Balkan Havası programı yayınlanacaktır.

Programına davet ettiği konuklarıyla balkan türküleri eşliğinde yine her zamanki gibi biz seyircileri o güzel yorumu ve türküler eşliğinde şenlendirmeye devam edecektir. Rumeli türküleri sevenler ve Havva Karakaş Aba'yı sevenler için bir izleyici olarak paylaşmak istedim.

BEDİRHAN GÖKÇE İLE ŞİİR GİBİ BİR BÖLÜM

Akşam kanal1 ekranlarında yeni başlayan Bedirhan Gökçe ile Şiir Gibi programını izliyordum. Bedirhan Gökçe'yi radyo'dan tanırım. Dün akşam ilk defa yayınlanmaya başlayan programında Bedirhan Gökçe konuklarından Ayşenur Yazıcı'nın yeni çıkan kitabı Sen Mağara Adamısın'dan yola çıkarak bir başka konuğu Soner Olgun'a bir soru sordu. Sorduğu soruyu mükemmel buldum.

Elinde içinde yeni bir hayat bulunan bir zarf verseler şu andaki hayatını mı seçersin. Yoksa zarfta olanı mı? Soner Olgun tarafından verilen cevapta, yetinmeyi bilen çoğu insanın vereceği cevaplarla örtüşüyordu. Olduğum halimden memnunum cevabı yerinde bir cevaptı.

Ama, Bedirhan Gökçe bu cevabın karşısında öyle bir soru sordu ki ona, insanın içinde saklı bütün dürtülerini, özlemlerini yansıtıyordu. Peki o zarftaki yeni hayatın nasıl olduğunu merak etmez misin?

Güzel soru ve güzel cevaptı. Ama, son soru hep insanı cezbeden ve bazen elindekileri kaybetmeye götürebilecek kadar içsel dürtüyle alakalıydı. Soruyu ve cevapları beğendiğim gibi, Soner Olgun ,Bedirhan Gökçe'ye şakayla karışık her ne kadar programın şiir programından çıktı ,felsefe programına dönüştü dese de şiirle birlikte hayata ve insana dair güzel sorularla dolu bir programdı.

Bir müddet sonra Bedirhan Gökçe'nin Ayşenur Yazıcı ile beraber şarkı eşliğinde okunan şiirin ana temasıyla ilgili açıklamaları harikaydı.
Çünkü gözardı edilen, es geçilen bir konuya değinmişti.
Hele de şiirle bağlantılı olarak evet kocamın soyadı bende kaldı sözü muhteşemdi.
Boşanan kadınların yeni hayatlarına geçerken soyadlarını geri alabilmeleri için kimlik, nufüs kağıdı, ehliyet vb her türlü kimlik bilgilerini değiştirirken ve eski soyadlarını almaya gittiklerinde her bir kimlik değişiminde kocasıyla ve evliliğiyle ilgili herşeyi tekrar tekrar hatırlıyor olmasıydı.
Yani bu konuda, aslında hayatın içinde olan fakat çoğu insan tarafından görmezden gelinen veya farkında olunmayan bir konuydu.

Bedirhan Gökçe'nin şiir okuyuşuna hayranım. Cuma akşamları kanal1 ekranlarında yayınlanıyor. Başarılar. Şiir sevenler ve hayata dair güzel duygular için duygu yüklü ve aynı zamanda aslında sorgulayıcı bir program en azından ben öyle gördüm. Ve düşüncelerimi paylaşmak istedim programdan ve orada konuşulanlardan
.

9 Nisan 2009 Perşembe

KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI


Son zamanlarda artan hızlı teknoloji sayesinde insanoğlu,ulaşmak istediği bilgiye, görselliğe anında ulaşabilir pozisyonda.
Kitle iletişim araçlarından bilgisayar ve televizyon insan hayatı ve çalışma hayatı üzerinde büyük rol oynamaya başladı. Televizyon ve bilgisayar bilinçli kesim tarafından her ne kadar bilgi ve iletişim aracı olarak kullanılmaya çalışılsa da, bir nokta da bu iletişim araçları bilgiden öteye gider hal aldı.
Bilgisayarlar evimizde bulunan atlas, ansiklopedi ve benzeri bilgi araçları olmaya ve yerini istediğin birşeyi anında bulabilme imkanı sunan karmakarışık bir kütüphane haline gelmeye başladı.
Bilgisayarda ne zaman yazılı veya görsel birkonu hakkında bilgi edinmeye kalksam bazı çarpıcı, olumsuz kelimeler ve cümlelerle karşılaşıyorum. Bu durum beni rahatsız ediyor. Görsel bir video yada resim gibi birşeyler aramaya kalktığım anda, altında cinsellik içeren, hatta o kişilere yönelik edep ve adabın dışına çıkılarak kurulmuş cümlelerle karşılaşmak sinir bozucu.
İnsanoğlu birilerine nasıl olurda yüz kızartıcı, namusu, ar'ı, edebi hiçe sayarak cümleler kurabilir. BU hakkı kendinde nasıl görebilir. Bu hakkı kim ona veriyor ki!
Böylece bir kesim bilgisayarı bilgi edinmekten çıkarıp, utanç duvarı ve ailelerin yasaklayabileceği pozisyona sokuyor.
Oysaki,gerçekten bilgi edinmek isteyenleri yasaklanmış ve bunun sonucunda da yasakları deler durumuna getirilen bir birey olmaya zorlamaya hiçbirimizin hakkı yok.
Büyürken bizlere öğretilenler bunlar mıydı? Oysa ki! Ailenden birine veya kendine bu sözleri biri veya birileri söylediği anda namus bekçisi kesilirken, başkasının namusunu karalamaya, onu utandırmaya ve sinirlendirmeye hiçbirimizin hakkı yok.