25 Mayıs 2009 Pazartesi

24 MAYIS SELİM İLERİ'NİN TANITTIĞI YAZAR VE KİTAPLAR

24 Mayıs Selim İlerin'in not defterinden programında bu hafta Yazar Selim İleri, ünlü şaiirimiz Necip Fazıl Kısakürek'in Otel Odaları adlı şiiriyle programına başladı. Programında Prof. Dr. Orhan Okay ünlü şairimiz hakkında kısaca bilgi verdi. Daha sonra yine Necip Fazıl Kısakürek'in Kaldırımlar adlı şiiri ile ilk şöhreti yakaladığını vurguladı.

Necip Fazıl Kısakürek'in ilk şiir denemelerini kendi, ferdi şiirler üzerinden yazmaya başladığından, daha sonra 1939 yılında Çile adlı şiirini çevresi değiştiğinden dolayı bir takım dergiler çıkarmış ve çevresindeki etkilerle mistik ve dini bir havaya büründüğünden etkilenerek yazdığından bahsetti.
1949 yılında siyasi bir havanın içine girmesinden dolayı 1949 yılında yazdığı Sakarya şiiri ile bu üç şiirin Necip Fazıl Kısakürek'in hayatında değişimin olduğu bir süreç olmasından bahsedildi.
Necip Fazıl Kısakürek'in sesiyle Kaldırımlar şiirinden bölümler yayınlandı. Hece dergisinin şairimiz Necip Fazıl Kısakürek üzerinde bir kaynakça çıkardığından bahsedildi.

Tanıttığı bir başka yazar Erendüz Atasü'nün Bilinçle Beden Arasındaki Uzaklık deneme tarzında yazdığı kitabıydı.
Selim İlerinin yıllardır yayınlanmasını beklediği Halide Edip Adıvar'ın Türkiyede Şark , Garp ve Amerikan Tesirleri adlı kitabın basımından tam 60 yıl sonra Can yayınlarından tekrar basılıp yayınlandığından bahsetti.

Bir başka Yazar Tuba Işınsu Durmuş'un Tutsan Elini Ben Fakirin adlı deneme tarzında yazdığı kitabını , Oktay Rıfat'ın Şiir Konuşması adlı roman, öykü sanatı üzerine hatta zaman zaman politika üzerine güncelliğini hala koruyan düzyazılar olduğunu ve kitabın Yapıkredi yayınları tarafından yayınlandığını ifade etti.

Bir başka Yazar Gül İrepoğlu'nun Fiyonklu İstanbul Dürbünü kitabın alt başlığı Giysilerin Penceresinde kitabının tanıtımını yaptı.

Ve Selim İleri porogramını Necip Fazıl Kısakürek'in Kaldırımlar şiiriyle bitirdi
.

17 Mayıs 2009 Pazar

17 MAYIS SELİM İLERİ PROGRAMI

17 mayıs Selim İleri'nin not defterinden programında bu hafta Selim İleri yine İstanbul'un gizemli semtlerinden birini Yeniköy'ü tanıttı.
Yeniköy ile ilgili konuşmasını Ahşap ya da kagir evler yer alırdı. Sonra binalar yer almaya başladı diyerek yeniköyün eski güzelliğini yavaş yavaş kaybetmeye başladığını. Yeniköy börekçisinden sıcacık alınan böreklerin lezzetinin kendisi için öneminden bahsederek sürdürdü. Deniz, deniz taşıtları karşı kıyılar ve yaşadığımız ilk yaz. Yeniköy ile arasında olan bağı anlattı. İstanbulu tanıtan bu küçük film şeklindeki anılarınla ve İstanbul hakkında beslediği yoğun duyguları, anlatış biçimiyle çok severim. Öyle güzel ve dokunaklı anlatır ki, o zamanlarda bulurum kendimi....

Halim Şefik adlı şairimizin Kayıp Şairler kitabından bahsetti.
Hayali Cihan Değer adlı anı kitabını okuyucularına tavsiye etti.
İnci Aral'ın anılar, izler, tutkular kitabının turkuaz yayınevinden yeniden yayınlandığından. Bu kitap içerisinde Selçuk Baran'ın yaşamına, ömrünün sonuna tanıklık ettiği denemesinin yer aldığından
Ayşe Sarısayın'ın Can yayınlarından çıkan Unutulmaz Bir Atlı kitabını ve yazar Ayşe Sarısayın'ının ropörtajıyla bu kitap hakkındaki düşüncelerini, can yayınlarının kurucusu Erdal Öz'ün hayatını anlatmaya çalıştığını vurguladığını ifade etti yazar Ayşe Sarısayın. Erdal Öz'ün 20 yaşlarında yazdığı günlük ve mektuplarını kitap haline getirdiğini belirtti.

Selim İlerinin Unutulmaz Bir Atlı kitap hakkındaki yorumları: Kendisi için bu kitabın bir özelliği olduğunu ve biyografi kitapları genellikle tanışmalarla gerçekleşir. Oysa Ayşe Sarısayın böyle yöntemi tercih etmemiş. Görüştüğü kişilerin yorumlarını da kaleme almış diyerek yorumunu yaptı..

Ülkemizin Eurovizyon şarkı yarışmasına 1975 yılında Semiha Yankı ile katıldığı Seninle Bir Dakika adlı şarkı ile programına renk katmış oldu.
Yaratıclık ve eleştirmenlik hakkında kısaca yorum yaptı. Eleştirinin de aslında biraz da olsa yaratıcılık gerektirdiğinden bahsetti.
Ve, bu konuda yazar ve eleştirmen olan Semih Güneş adlı yazarın yorumlarını yayınladı. Eleştiri yazarının en azından bir okurdan farkı olamadığını, okuyan her kişinin yorum hakkının sınırsız olduğunu, bir yazarın yazılarını eleştirmek için o yazarı çok iyi tanımak ve en az yazdığı yazıları üç kere okumanın gerekli olabileceğini vurguladı yazar ve eleştirmen Semih Güneş.

Sunset Bulvarı filminden fragman sundu.

Başrollerini Merly Streep ve Pierce Brosnan oynadığı Mamma Mia adlı filmin kısa bir gösterimiyle programını bitirdi....

Yazar Selim İleri hayranı olarak okuyucularla ve yazar Selim İleri'yi sevenlerle 17 mayıs programının genel olarak içeriğini paylaşmak istedim.

16 Mayıs 2009 Cumartesi

2009 EUROVİSİON DA POLİTİKA KAZANDI

18 mayıs tarihinde yayınlanan 2009 eurovision şarkı yarışması finalinde bir gerçek daha ortaya çıktı. Bu güne kadar değişmeyen bir gerçek. O da komşuluk ilişkileri. Bizdeki komşu komşunun külüne muhtaçtır sözü dünya ülkeleri arasında çıkar ve amaç için bir araya geldiklerinde ortak bir noktada buluşmalarına sebep olabilecek kadar gerçek oldu.
Ülkemiz adına dün akşam yayınlanan eurovision şarkı yarışmasının finalini seyrederken bir kez daha olmaz bu kadar dedim. Her ne kadar bu bir şarkı yarışması olsa da burada bir gerçek vardı.
Bütün kuzey ve baltık ülkeleri puanlamada birbirlerine oy verdiler. Buradan yıllardır bilinen ama değişeceğini umduğum bir gerçek daha çıktı. O da Azerbeycan dışında hiç komşumuzun olmamasıydı.

Türkiye, ülkemiz coğrafi bakımdan öyle kritik ve stratejik bir noktada yer alıyor ki, bu sonucu görmem aslında şaşırtıcı olmaması gerekiyordu. Ama, yıllardan beridir tek başına yaşayan bir ülkeyiz. Şöyle bir düşündüm de dünya ülkeleri bir çıkar doğrultusunda hemen ortak bir noktada buluşuyorlar. Bu bir şarkı yarışması olsa bile.

Eurovision şarkı yarışması kuzey, baltık ülkeleri, adriyatik, orta avrupa ve balkan ülkeleri arasında puanlamayla geçti.
Buradan bu sonuç çıkıyor ülkemizin Azerbeycan dan başka bir tek bile dostu yok.
Dört bir tarafımız politika ile sarılmış.
eurovsion şarkı yarışması artık amacından saptı. Eurovision aslında avrupa ülkeleri ebu arasında geçmesi gereken bir şarkı yarışması değil mi? Eurovision müzik yarışmasından çıktı bir politika yarışmasına dönüştü. Yıllardır değişmeyen bir gerçek yine acı gerçekle kaldı. Ve 2009 eurovison da yine politika kazandı.

Ülkemizi yıllardır tek başına komşusu olmadan bu yarışmada azmini sürdürdüğü ve başarısı için kutluyorum.
Norveçin şarkısı güzel di. Birinciliği alması gereken ülkeler arasında yer alıyordu. ama söylediğim gibi Norveç bir baltık ülkesi ve etrafında o kadar çok baltık ve kuzey ülkesi var ki bu sonuç kaçınılmazdı. Norveç kazanmasaydı yine bir baltık ve kuzey ülkesi kazanacaktı.

14 Mayıs 2009 Perşembe

14 MAYIS YEMEKTEYİZ PROGRAMI ASUMAN HANIM

14 mayıs yemekteyiz programını izlerken ilk sahnelerinde duygulanmamak imkansızdı. Yarışmacı Asuman hanımın babası ile ilgili dileği, gözyaşartıcıydı.
14 mayıs yemekteyiz programında bir gerçekle daha karşı karşıya kaldım. Değişmediğini bildiğim ama değişeceğini yıllardan beridir umduğum bir acı gerçek.
Asuman hanımın babasının gözyaşları hangi yüreği dağlamaz ki, Onu ancak onun gibi düşünenler ve onun çektiği sıkıntıları yakından bilenler anlayabilir.
Sağlık sistemimiz, özel sağlık giderlerini karşılamaya yetmiyor ve yetersiz kalıyor. Hatta özel ama zorunlu olan sağlık giderlerini hiç karşılamıyor diyebilirim. Bu konuyu yakından bilen bir kişi olarak.
Sağlık sigortaları özel sağlık adı altında bazı ilaçları ve pansuman ile tedavi edilmesi gereken birçok sağlıkla ilgili malzemeye özel sağlık giderleri diyor. Birçok hasta kişi ve yakını bu giderleri karşılayamıyor veya karşılamakta zorlanıyor.
Bir şeker hastasına (2.tip) sağlık sigortasının verdiği şeker ölçüm stripleri 3 ayda iki kutu, günde bir defa ölçmek üzere veriliyor.Bir kutuda 50 tane şeker ölçüm stribi var. Oysa şeker hastasının her yemekten önce ve sonra mutlaka açlık ve tokluk şekerinin ölçülmesi gerekiyor. Düşünün günde 6 öğün ve sık sık yemek yiyin diyorlar. Bunu açlık ve tokluk şeker ölçümü olarak hesaba katarsak, günde 12 şeker stribine ihtiyacı oluyor. Ya şekeri inişli ve çıkışlı bir şeker hastasıysa. arada ölçülen stripler ne olucak. Sağlık sigortasının verdiği günde bir tane. Bu acı bir gerçek. Üstelik parmak delme çubuklarını dahi karşılamıyor. Bunlar maddi gücü yerinde olmayan insanlar için altından kalkması çok zor sağlık problemleridir.
14 mayıs yemekteyiz programına bir amaç için katılan Asuman hanımın dileğinin gerçekleşmesini diliyorum. Her ne olursa olsun bu programdan kimler ne birincilikler aldı.
Ben bir insanın iyileşip yaşamak istiyorum feryadını duymamazlıktan gelemedim. Bir damla gözyaşı benim için değerlidir. Hele bu hastalık konusunda ise. Kimse de sanmıyorum boşu boşuna televizyon ekranlarına çıkıp özelini paylaşsın.
Ben kendi yakınımın bir gerçeğini paylaştım. Asuman hanımın babasının bağırsak kanamasını gidericek ilacı yurt dışından geliyormuş. Yurt dışından gelen ilaçların bazılarından bir miktar para alınıyor.Karşılama gücü olmayan insanlar için bu zor bir durum.
Yaşamla mücadele veren insanların bir de sağlık sigortalarıyla ilgili problemlerle karşılaşması çok çok üzücü bir durum.
Ülkemiz ve tüm hastalar adına bu sağlıkla ilgili özel giderlerin bir çoğunun özel gider adı altından çıkarılmasını ve zorunlu sağlık gideri adı altında birleştirilmesini diliyorum.
Tüm hastalara geçmiş olsun.....

12 Mayıs 2009 Salı

2009 EUROVİSİON ŞARKI YARIŞMASI YARI FİNAL YORUMLARI


Uzun zaman oldu blog'a birşeyler yazmayalı. Bloğu olan herkes gibi sizlerle paylaşacak o kadar çok konu ve yazılacak yazı var ki, insan bazen ne yazacağını da şaşırıyor. Biraz dinlenmek istedim. Sadece o kadar.

Yıllardır iyi bir Eurovision şarkı yarışması takipçisi olarak 12 mayıs akşamı Rusya da ilk yarı finali yayınlanan Eurovision şarkı yarışması hakkında kendimce birşeyler yazmak istedim.
Yıllardır takipçisiyim. Akşam kendimce gördüğüm hataları paylaşmak istedim.
Son yıllarda bence en kötü sahne düzenine ve ışıklarına sahipti Rusya.
Hadise ülkemiz adına şarkısını seslendirirken sesi yankılı, müzik arka planda kalmış bir vaziyette idi. Hadise nin arkasında dans eden dansçıların ellerini şaklatma sesleri sanki bir düğünde oynarmış havasını veriyordu. Bu sesler beni bir an bu şarkıdan uzaklaştırdı.
Hadise her zamanki gibi formunda idi ama, Rusya nın sahne düzenini beğenmedim.
Şarkıyı söylerken sesi müziğin önüne geçiyor ve sanki müziksiz söylermiş gibi çıplak bir hava veriyordu.
Rusya Hadise nin ve dansçılarının figürlerini çoğunlukla yakın plandan çekmeyi yeğlemedi. Uzak planda kaldı o kalça figürleri.
Dikkat ettim başka ülkelerin şarkıcıları ve dansçılarını yakın plandan çekti.
Sadece sıkı bir eurovision takipçisi olduğum için kendimce bu yanlış diye adlandırdığım olumsuzlukları paylaşmak istedim.
Hadise 2009 Eurovision da iyi bir derece ile gelecek buna eminim. Ama final akşamı bu olumsuzluklar kalkar ve tabiki politika yine işlemezse.

Yarı finali Hadise geçti. Şimdi Hadise ye ülkem ve kendim adına başarılar dilerim.

28 Nisan 2009 Salı

DERYA BAYKAL DERYALI GÜNLER

Bugün izinliyim. İşe gitmedim. Showtv'de 28 nisanda yayınlanan Derya Baykal'ın "Deryalı Günler" programını izleme fırsatı buldum. Çalışıyor olduğum için gündüz televizyon seyretme imkanım olmuyordu.
Derya Baykal'ın Deryalı Günler programını birçok kişiden duyuyordum. Bugün benide yakından ilgilendiren bir konuya rast geldim. Biliyordum Derya Baykal'ın şeker hastası olduğunu. Bir şeker hastasının sağlıklı yaşayabilmesi için neler yapılması ve neler yapması gerektiğini idrak eden bir kişi olarak yakından ilgilenmesi ve halkı bilinçlendirmesi, takdir edilecek konuları ekrana getirmesi önemliydi.
Birçok hastalık konusuna değiniyormuş ama benim rastlama fırsatım olmamıştı.
Günümüzde şeker hastalığının insanlar üzerinde çok hızlı bir şekilde yayılması ve tedavi edilmez ise birçok organda hasar bırakabileceği anlatıldı. Şeker hastalğının çok az olarak genetik ve çoğu çevresel faktörlerden oluşabildiği söylendi. Bunun içine psikoloji, stres ve yaşam standardının sebep olabileceğinden ve yanlış beslenme bozukluklarından dolayı kaynaklandığı anlatıldı.
İnsan vücudunda sinsi veya hızlı ortaya çıkabilen bir hastalık. eğer bir kişi şeker hastalığına yakalanmış ise vücudunda çoğunlukla inişli ve çıkışlı seyreder. Şeker hastalığının inişli ve çıkışlı olması insan vücudunda olumsuz hatta hayatı tehdit edebilecek kadar önemli bir hasara sebep olur.
İnsülin ihtiyacı her şeker hastasının vücut direncine göre değişir.
Fakat kontrol altına alınabilirse uzun yıllar boyu hasta, normal yaşam standardına yakın yaşamına devam edebilir.
Derya Baykal'ın programı her ne kadar kadınların el becerilerine yönelik bir program gibi görünsede, bu tip konulara değinmesi insanları bilinçlendirme açısından önem taşır.

27 Nisan 2009 Pazartesi

DÜŞLEDİĞİMİZ HAYALLERİN HEPSİ

Bir günü daha geride bırakmak üzereyiz. Kimimizin hayalleri gerçekleşti, kimimizin hala askıda.
Şöyle bir düşünüyorumda koskoca gün boyunca yoldan geçen, bir yerlere giden insanları. Hepsinin ortak bir noktası var. Oda sağlıklı yaşamak ve karnını doyurabilecek kadar parası olması.
En büyük amacımız galiba bu. Bütün kederler, sıkıntılar hep bunlar için.
Bunların yanında ya yapamadığımız, gerçekleştiremdiğimiz amaçlarımız varsa. O zaman işte elde bunlarda yoksa o düşlediğimiz hayallerin hepsi bir anda uçup gidiveriyor. Geriye koskaca bir yürek yarası kalıyor.
Cadde boyunca sağlı sollu, aşağı yukarı insanlar yağmur suları gibi oluk oluk akıp gidiyor. Bir yere ulaşmak, gitmek isterken akıllarında hangi düşüncelerle yol alıyorlar, hangi hayalleri kuruyorlar acaba?
Yürürlerken yaşamın ve yaşadıklarının farkına varıyorlar mı acaba? Ya da yanından geçtikleri insanların veya hayvanların ne kadar farkına varabiliyorlar. Hayatlarında geçirdikleri bir günün kendileri için ne kadar önemli olduğunu içlerinde korkusuzca, yarını düşünmeden hissedebiliyorlar mı? Ne umutlarla yol boyunca yürüyorlar, ya da ne çaresizce. Kiminin belki kafasında kurduğu hayali, kiminde ödeyeceği borç var cebinle birlikte düşüncelerinde. Hayat ne kadar garip değil mi?İnsanlara yaşarken aslında bazı ipuçları veriyor. Bu ipuçlarını değerlendirmek yine biz insanlara kalıyor.
Sorular sorular. Cevabı tam olarak bilinmeyen ve bilinmeyecek sorular. Bugünde hayattaki gördüğüm insan manzaralarından bir konu anlatmak istedim. Sadece o kadar....

20 Nisan 2009 Pazartesi

ZEKİ MÜREN İŞTE BENİM ZEKİ MÜREN





Büyük, efsanevi bestecimiz ve güftecimiz Rahmetli Zeki Müren onu nasıl unutabilirizki. Türk sanat müziğine ve insanların duygularına bir merhem gibi katkısı o kadar büyük ki. Bunu kelimelere sığdırmak imkansız.

Bütün büyük usta besteciler ve güfteciler gibi insan ruhunu şarkılara o kadar güzel yansıtmıştır ki. Muhteşem sesi, muhteşem duygu seli yüklü şarkıları insanı nerelere götürmüyor ki. Zeki Müren'i dinlemek başlı başına büyük bir zevk.
Şarkıları okuyuşunda bir ahenk, bir garip duygu var. Tarifi imkansız. Böyle sanatçılar bir daha zor gelir dünyaya.

Kendi ismini taşıyan İşte Benim Zeki Müren şarkısı onun ve dolayısıyla onun gibi hissedenlerin ruhunu ve düşüncelerini o kadar güzel anlatıyor ki.
Ne güzel ifade etmiş "Herkes kendi hayatını yaşar." Bir şarkı güftesi ve bestesiyle ve dolayısıyla içeriğiyle bu kadar mı hayata ve insana dair olur.

Hele de, ismin Mesut ,göbek adım Bahtiyar. Mesut Bahtiyar'dan şarkılar dinleniz derken bile aslında mesut ve bahtiyar olmadığını vurguluyordu. Nur içinde Zeki Müren. Saygılarımla....

19 Nisan 2009 Pazar

ÇOK GÜZEL HAREKETLER BUNLAR 19 NİSAN PROGRAMI

Kanald 19 nisan Çok Güzel Hareketler Bunlar programında bu hafta Yılmaz Erdoğan oynanan skeçte güzel bir konuya değindi.
Kardeşlik konusu. Çoğu çocuk ve ergenlik çağına girmek üzere olan gençlerin verdiği cevaplarda kardeş istemiyorum cevabıyla karşılaştı.
Fakat Yılmaz Erdoğan'ı tebrik ediyorum. Çocukların vermiş olduğu bu olumsuz düşünce karşısında verdiği cevaplardan dolayı.

Ne güzel ifade etti kardeş istemeyen çocuklara kardeşliği. Hayatta öyle değilmidir. Bir şeyin hep kötü yanını görürüz. Ters taraftan bakmak istediğimiz anda başka bir gerçekle karşılaşırız.
Kardeşlik dünyada vazgeçilmeyecek duygulardan, paylaşımlardan bir tanesi. Belki de en güzel duygu. Bunun farkında olana.
Yılmaz Erdoğan'ın dediği gibi, belki kardeşin olduğunda geceler boyunca onunla kıkır kıkır güleceksin, eğleneceksin, sabahlara kadar sohbet edeceksin, arkadaşlarınla kavga ettiğinde seni belki onların ellerinden kardeşin kurtaracak.

İnsanın en yakın dostudur kardeşi. En çekinmediği, utanmadığı, en güvendiği, belki yeri geldiğinde en anlaşamadığı ama, bir kavgada beraber ele ele yürüyebilecek kadar aslan kesilmektir kardeşlik.
Kan bağıdır bizleri kardeşimizle birbirimize bağlayan. Ama, aynı hayatı, aynı sıkıntılar ve aynı güzelliklerle paylaşmaktır kardeşlik. Ayrılmaz bir ikilidir kardeşlik.
Keşke herkesin kardeşi olsa, olanlarda kıymetini bilse. Herkese kardeşleriyle güzel ömürlerle paylaşımlar diliyorum
.

HASTANELERDE İNSAN İLETİŞİMİ

Son zamanlarda hastaneye sık sık yolum düşmeye başladı. Hastaneleri oldum olası sevmem. Her ne kadar böyle düşünsemde Hani derler ya! Allah ne eksik etsin, ne de düşürsün, herkes gibi bu düşünceyi savunanlardanım.
Bu yazıyı yazmamdaki amacım, insan ilişkilerinin özellikle güvendiğimiz yerlerde bozulmaya yüz tutmuş olmasını bir kez daha görmüş olmam idi. Aslına bakarsanız bu durumla günlük yaşantımızda her yerde karşılaşabiliyoruz. Fakat sağlıkla ilgili bir yerde tekrardan görmek beni bir kez daha üzdü.

İnsanlarla ve özellikle hastalarla birebir irtibat içerisinde olan bazı görevlilerin görevlerini yerine getirirken hasta ve hasta yakını ile insan ilişkileri açısından yetersiz , ilgisiz ve yarı alakadar olmasına üzgünlüğümü belirtmek isterim.

Hastanelerde ve acil kapılarında muayene olmak için kendilerine sıra gelmesine bekleyen hastaların, karşılarında masada oturan suratları asık, tabiri caizse beş karış, seni görmüyormuş, sen orada yokmuşsun edası ile davranan, sanki bir amacı yokmuş ve onu rahatsız etmişsin gibi davranan bazı görevlileri görmesi üzücü bir durum.

Burada yıllardır karşılaştığım ve sadece şahsıma ait olmayan bir gerçek var. Acil kapılarında acı içerisinde kıvranırken doktor dan önce masada elinde bir kalem ve bir bardak kahveyle sana asık suratıyla bakan bir hemşirenin ne oldu, niçin geldin ya da neyin var sorusu ile yarı alakadar bir şekilde karşılaşmak insan ilişkilerinin hastayla görevli açısından yetersiz kaldığının bir göstergesiydi.

Sağlıkla ilgili çalışan her görevlinin bir öğretmen ve hatta anne kadar kutsal bir görev yapıyor olması gurur verici. Bazı görevlilerin insan ilişkileri açısından yetersiz, donanımsız , eğitimsiz olduğunu düşünüyorum. Ettikleri hipokrat yeminine rağmen.

Sağlık alanında çalışan doktorların veya hemşirelerin hasta ve hasta yakını açısından zorluklar yaşadığınıda görmekteyim. Bu konuyuda belirtmeden es geçemem. Ama. yalnız bir şeyi bir yere kadar kabul edebilirim. Gece ve gündüz hasta ve hasta yakınlarıyla birebir diyalog halinde olan ilgilenen görevlilerin kendince problemlerinin ve sorunlarının olduğunuda düşünebilirim

Fakat, bu sorununu görev yaptığı süre içerisinde hastaya ve o hastadan sonra gelecek bir başka hastaya yansıtmayacak kadar eğitimli, biliçli, soğukkanlı ve anlayışlı olmalıdır. Davranış bozukluğunu bazı görevlilerde gözlemleyebiliyorum. Güleryüz ve alaka hastaya verilecek ilaçtan önce, ilk tedavi aracıdır. Kendimce yıllardır karşılaştığım ve doğrunun asık suratla hasta karşılamak olamadığına inandığım bu düşüncemi, insan ilişkileri açısından belirtmek istedim.
Yıllardır değişmeyen karşılaştığım bir gerçekti bu. İçlerinde bu görevi güleryüzü ve ilgisiyle çok iyi yapanlar var. Ama ben ne zaman yolum düşse hastaneye. Ya da bir başka tanıdığım, yada yardımcı olmak amacıyla gittiğim kişilerle bu durumla karşılaşıyorum. Hepsimi böyle olur. tabiki hayır . Ama şans herhalde ne dersiniz? Ve bir gün bu yarı, zoraki alakadar durumun biteceği günün, insanlık açısından dönüm noktası olacağına inanmak istiyorum.

17 Nisan 2009 Cuma

BEDİRHAN GÖKÇE İLE ŞİİR GİBİ 17 NİSAN PROGRAMI

Bedirhan Gökçe'nin 17 Nisan haftasındaki konukları Yücel Arzen ve Devrim Gürenç'ti. Program ikinci haftasında olmasına rağmen şiirle, şarkılarla ve hayata dair anektodlarla bezenmiş bir çiçek bahçesi gibiydi.
Bedirhan Gökçe'nin şiir yorumlarken ses tonuna, diksiyonuna hayranım.
Şiir'i şiir gibi okuyanlardan, insanın içinde fırtınalar estirenlerden, hatta şiir'i yaşayarak ve yaşatarak okuyanlardan olduğunu düşünüyorum.
Bu haftaki konuklarının ismini hiç duymamıştım. Ne şarkının Yücel Arzen'e ait olduğunu ve bu şarkıyı seslendireninde Devrim Gürenç olduğunu bilmiyordum. Öğrenmiş oldum.
Boşanmak istemiyorum programının şarkısıydı. Her ne kadar o tür programlara ilgim olmasada televizyon kanallarını değiştirirken rastlıyordum. Devrim Gürenç'in okuyuş tarzından olsa gerek diye düşünüyorum insanın içinde tuhaf bir duygu oluşuyordu.
Sözlerine bir anlam veremiyordum. Damadım nerde şimdi kısmına hiç. Bu kısmı şarkının gidişatıyla bağlantı kuramıyordum. Ama akşam bir nebzede olsada anlamaya çalıştım.
Her neyse güzel bir program. Hele Bedirhan Gökçe'nin ağzından şiir okuması ve müzikle şiire bağlantı yapması daha bir hoş oluyor. Tebrikler...

15 Nisan 2009 Çarşamba

SUGAR İN WARTİME BİTTER THING






Sizlerle amerikalı Sugar İn Wartime grubunu ve Bitter Thing şarksını paylaşmak istedim. Grup solistleri Tai Carmen Albert, Ronnie Hanks ve Johny Wagner.
Şarkılarını ve onları severek dinliyorum.
Sevdiğim Amerikalı aktör Edward Albert ve aktirist Katherine woodwille'nin kızı Tai Carmen Albert oluşan üçlü bir gruptur.
Rock,indie ve değişik tarzda müzikler yapmaktadırlar. Ben severek dinliyorum,sizlerinde severek dinleyeceğinizi umarım.

BİRİ BANA GELSİN FERHAT GÖÇER

Şu anda Ferhat Göçer'in sunduğu biri bana gelsin müzikle dolu programını izliyorum. 15 nisan haftasındaki konukları Aşkın Nur Yengi ve Yavuz Bingöl bir müzik ziyafeti veriyorlar biz seyircilere.
Hele Aşkın Nur Yengi'nin sesini ve şarkılarını duyunca çok çok eskilere 90'lı yıllara gittim.
Bir zamanlar fırtına gibi esmişti bu şarkılar.
Hiç unutamıyorum. Aşkın Nur Yengi'nin ses tonu ve şarkıları beni geçmişe götürdü.
Güzel bir üçlü oldular bu akşam. Ağızlarına sağlık.
Farklı ses tonlarından müzik dinlemek güzel bir duyguydu.

10 Nisan 2009 Cuma

TRT AVAZ BALKAN HAVASI

Yayın hayatına yeni başlayan Trt Avaz'da bundan sonra her hafta cuma akşamları Havva Karakaş'la Balkan Havası programı yayınlanacaktır.

Programına davet ettiği konuklarıyla balkan türküleri eşliğinde yine her zamanki gibi biz seyircileri o güzel yorumu ve türküler eşliğinde şenlendirmeye devam edecektir. Rumeli türküleri sevenler ve Havva Karakaş Aba'yı sevenler için bir izleyici olarak paylaşmak istedim.

BEDİRHAN GÖKÇE İLE ŞİİR GİBİ BİR BÖLÜM

Akşam kanal1 ekranlarında yeni başlayan Bedirhan Gökçe ile Şiir Gibi programını izliyordum. Bedirhan Gökçe'yi radyo'dan tanırım. Dün akşam ilk defa yayınlanmaya başlayan programında Bedirhan Gökçe konuklarından Ayşenur Yazıcı'nın yeni çıkan kitabı Sen Mağara Adamısın'dan yola çıkarak bir başka konuğu Soner Olgun'a bir soru sordu. Sorduğu soruyu mükemmel buldum.

Elinde içinde yeni bir hayat bulunan bir zarf verseler şu andaki hayatını mı seçersin. Yoksa zarfta olanı mı? Soner Olgun tarafından verilen cevapta, yetinmeyi bilen çoğu insanın vereceği cevaplarla örtüşüyordu. Olduğum halimden memnunum cevabı yerinde bir cevaptı.

Ama, Bedirhan Gökçe bu cevabın karşısında öyle bir soru sordu ki ona, insanın içinde saklı bütün dürtülerini, özlemlerini yansıtıyordu. Peki o zarftaki yeni hayatın nasıl olduğunu merak etmez misin?

Güzel soru ve güzel cevaptı. Ama, son soru hep insanı cezbeden ve bazen elindekileri kaybetmeye götürebilecek kadar içsel dürtüyle alakalıydı. Soruyu ve cevapları beğendiğim gibi, Soner Olgun ,Bedirhan Gökçe'ye şakayla karışık her ne kadar programın şiir programından çıktı ,felsefe programına dönüştü dese de şiirle birlikte hayata ve insana dair güzel sorularla dolu bir programdı.

Bir müddet sonra Bedirhan Gökçe'nin Ayşenur Yazıcı ile beraber şarkı eşliğinde okunan şiirin ana temasıyla ilgili açıklamaları harikaydı.
Çünkü gözardı edilen, es geçilen bir konuya değinmişti.
Hele de şiirle bağlantılı olarak evet kocamın soyadı bende kaldı sözü muhteşemdi.
Boşanan kadınların yeni hayatlarına geçerken soyadlarını geri alabilmeleri için kimlik, nufüs kağıdı, ehliyet vb her türlü kimlik bilgilerini değiştirirken ve eski soyadlarını almaya gittiklerinde her bir kimlik değişiminde kocasıyla ve evliliğiyle ilgili herşeyi tekrar tekrar hatırlıyor olmasıydı.
Yani bu konuda, aslında hayatın içinde olan fakat çoğu insan tarafından görmezden gelinen veya farkında olunmayan bir konuydu.

Bedirhan Gökçe'nin şiir okuyuşuna hayranım. Cuma akşamları kanal1 ekranlarında yayınlanıyor. Başarılar. Şiir sevenler ve hayata dair güzel duygular için duygu yüklü ve aynı zamanda aslında sorgulayıcı bir program en azından ben öyle gördüm. Ve düşüncelerimi paylaşmak istedim programdan ve orada konuşulanlardan
.

9 Nisan 2009 Perşembe

KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI


Son zamanlarda artan hızlı teknoloji sayesinde insanoğlu,ulaşmak istediği bilgiye, görselliğe anında ulaşabilir pozisyonda.
Kitle iletişim araçlarından bilgisayar ve televizyon insan hayatı ve çalışma hayatı üzerinde büyük rol oynamaya başladı. Televizyon ve bilgisayar bilinçli kesim tarafından her ne kadar bilgi ve iletişim aracı olarak kullanılmaya çalışılsa da, bir nokta da bu iletişim araçları bilgiden öteye gider hal aldı.
Bilgisayarlar evimizde bulunan atlas, ansiklopedi ve benzeri bilgi araçları olmaya ve yerini istediğin birşeyi anında bulabilme imkanı sunan karmakarışık bir kütüphane haline gelmeye başladı.
Bilgisayarda ne zaman yazılı veya görsel birkonu hakkında bilgi edinmeye kalksam bazı çarpıcı, olumsuz kelimeler ve cümlelerle karşılaşıyorum. Bu durum beni rahatsız ediyor. Görsel bir video yada resim gibi birşeyler aramaya kalktığım anda, altında cinsellik içeren, hatta o kişilere yönelik edep ve adabın dışına çıkılarak kurulmuş cümlelerle karşılaşmak sinir bozucu.
İnsanoğlu birilerine nasıl olurda yüz kızartıcı, namusu, ar'ı, edebi hiçe sayarak cümleler kurabilir. BU hakkı kendinde nasıl görebilir. Bu hakkı kim ona veriyor ki!
Böylece bir kesim bilgisayarı bilgi edinmekten çıkarıp, utanç duvarı ve ailelerin yasaklayabileceği pozisyona sokuyor.
Oysaki,gerçekten bilgi edinmek isteyenleri yasaklanmış ve bunun sonucunda da yasakları deler durumuna getirilen bir birey olmaya zorlamaya hiçbirimizin hakkı yok.
Büyürken bizlere öğretilenler bunlar mıydı? Oysa ki! Ailenden birine veya kendine bu sözleri biri veya birileri söylediği anda namus bekçisi kesilirken, başkasının namusunu karalamaya, onu utandırmaya ve sinirlendirmeye hiçbirimizin hakkı yok.

31 Mart 2009 Salı

ZAMAN MERDİVENİ


Yine akşam oldu. bir gün daha hayatımızdan hızla akıp gidiverdi. Ne zamanı tutabiliyoruz, ne de yılları.

Zaman merdiveninden anlamadan hızla çıkarken büyüdükçe seviniyoruz. Her geçen gün bizlerden birşeyler alıyor zaman farkında olamıyoruz. Biz büyüdük diye seviniyoruz. Saat tik tak, tik tak yapıyor. Koca günün sonunda yalnız başına kaldığın an insana hatırlatıyor gerçeği. ben akıyorum, ellerinden kayıyorum. Sen farkında değilsin diyor.

Aslında acı bir gerçekle, yalnız kaldığımız her gece tik tak, tik tak sesiyle bizi uyarıyor. Varlığını bir türlü hatırlatıyor.

Yine gece oldu. karanlık yüzünü gösterdi. Yavaş yavaş yerini zifiri karanlığa bırakacak. Kuşlar yaşadıkları yerlere doğru uçuyorlar. Kargalar caklayarak, farklı farklı seslerle haberleşiyorlar.

Zaman öyle güçlü ki, ona karşı koymak imkansız gibi birşey.

Bedenimize ne kadar iyi baksakta, yaşımız ilerledikçe, zamanın yıllarla getirdikleri vücudumuzun ve ruhumuzun bir yerlerinde fire veriyor.

Her ne kadar kremler, botokslar, estetik ameliyatlar yaptırsakta zaman güçlü, sadece kendimizi rahatlatıyoruz.

Bir yandan da düşünüyorum. aslında iyi yapıyoruz. Zamana ve hayata yenilmediğimizi bir şekilde gösteriyoruz. Bizimde güçlü ve bu yarışta sonuna kadar olduğumuzu onlara bir türlü hatırlatıyoruz.

Zaman akarken insanın kendini bir şeylerle oyalaması gerekiyor. Zamana karşı yaptığımız her davranışımız bizim için aslında bir altın değerinde. Yaşarken zamana bende varım, yaşıyorum demek, insanın cesaretini, hayata karşı dirayetli duruşunu arttırıyor.

Böylece zaman tüm insanlık üzerinde etkili olamıyor. Herkesin onun tuzağına düşmeyeceğini, kolay av olmayacağını zamanda böylece anlamış oluyor.

JOSE FELİCİANO "THE RAİN"






Jose Feliciano porto riko'lu gitarı ve sesiyle gönül gözü gören adeta gitarı konuşturan sanatçı.
Geçmişten bir nostalji daha....Yağmuru anlatan bu şarkıyla duygusal dünyaya bir yolculuk yaptırıyor insanın yüreğini. Hazırlayanında ellerine sağlık...

22 Mart 2009 Pazar

PAZARTESİ SENDROMU


Dünkü hızla yağan yağmurdan sonra, bugün serçelerin cıvıldaşma sesleriyle uyandım. Herkes bir yerlere doğru gidiyordu. Ben işime, çocuklar okula gidiyorlardı. Görüyordum onları evimin penceresinden farklı farklı okul kıyafetleri ellerinde ve sırtlarında çantalarıyla bir okul gününe kimi isteyerek kimi, istemeyerek hazırlanmış eğitime hazırlanıyorlardı.

Bugün pazartesiydi. Onları görünce, çocukluğum okula gittiğim günler geldi aklma. Bende pazartesi'leri sevmezdim. Pazar öğlene kadar tatil olurdu benim için. Ama, saat onikiden sonra bir cehenneme dönüşürdü bütün pazar günüm. Bunun sebebini yıllar geçtiği halde bir türlü bulamadım.
Hani pazartesi sendromu derler ya, belki öyle birşeydi. Ama, küçük çocuklarda bu sendrom ne arasın onu bir türlü kestiremedim. Yani cevabını hiç bulamadım. Belki de yoktu cevabı.
Alışılagelmiş bir durumdan öte bir şey değildi.
Neyse şu anda bir an okulda olmak istedim. O günleri özlediğimi, bu çocukları görünce anladım bir kez daha.

Kaybettikten sonra anlıyormuş insan bu söz gerçekten doğruymuş. Bir an önce hızla geçmesini beklediğimiz zamanın, bizlere sunacağı acı gerçeklerle karşılaşmak yıkıyormuş insanı....Büyümemek, sorumluluk sahibi olmamak istiyormuş insan....
Çocuklar gibi, gelecekten endişe duymadan, sabahtan akşama kadar sokakta oynamak istiyormuş. Yediğin bir şeylerin nereden ve nasıl geldiğini, hangi zorlu şartlar altında kazanıldığını bilmeden, yarını düşünmeden yaşamak istiyormuş insan...

Onlar şimdi deli dolu çağlarındalar. Hiç birşeyin hatta hayatın farkında değiller... İyiki de değiller. En güzel günlerini yaşıyorlar... Gelecek bütün güzel günler sizin olsun çocuklar....

21 Mart 2009 Cumartesi

GİPSY KİNG "BAMBOLEO"





Fransız müzik grubu. Katalanca, ispanyolca şarkı okuyorlar.... Müzik tarzları daha çok flamenko dur....

18 Mart 2009 Çarşamba

CHRİSTİAN ADAM " Sİ TU SAVAİS COMBIEN JE T'AİME"





BEĞENDİĞİM ŞARKI VE ŞAKICILARDAN NOSTALJİK ŞARKILAR....

PAUL ANKA "YOU ARE MY DESTINY"



JOE COCKER "UNCHAIN MY HEART"






Sizlerle yıllar öncesinden bir şarkı daha paylaşıyorum. Bir zamanlar fırtına gibi esen, dilden dile dolaşan bir şarkı ve şarkıcıyla başbaşa bırakıyorum.....
Joe Cocker Rock ve blues tarzı sevenler için güzel bir şarkıydı. Hala güzelliğini koruyor....

17 Mart 2009 Salı

ERNEST HEMİNGWAY "AKINTI ADALARI"


Ernest Hemingway'in kendi hayatından bölümleri ve yaşadığı adadaki balıkçıları, tekneleri,, güneşi, kısaca adanın tüm güzelliklerini anlattığı bir romandır...

Ernest Hemingway'ın "Akıntı Adaları" adlı romanını okuduktan sonra bir kere daha ona hayran oldum. Çünkü, gördüğü yerleri, yazdığı yazıları tam olarak betimleyerek, vurgulayarak akıcı bir dillle anlatımı vardı...

Tabiatı ve Ernest Hemingway'i sevenler için güzel ve akıcı bir kitap....

Hürriyet Yayınları

Çevirenler : Kosta Daponte - Neşe Olcaytu

Orjınal Adı : Islands in The Stream...

16 Mart 2009 Pazartesi

FRANK MCCOURT "ANGELA'NIN KÜLLERİ"


İlk okuduğumda içimi müthiş bir acıma duygusu sarmıştı. Açlık, sefalet, hastalık ve çalışmayan bir baba. Çalıştığı zamanlardaki kazandıklarınıda içkiye yatıran bir baba.

İrlanda daki yaşadıkları sefaletten kurtulmak için Amerika'ya gelen bir göçmen ailesini ve İrlanda da ve Amerikadaki yaşadıkları acıları anlatmaktadır. Hikaye daha çok anne ve sefalet üzerine durmaktadır.

Pulitzer Ödülü almış, iç acıtıcı, okurken ibret ve ders verici bir kitap. İnsanın yüreğini dağlayan gerçek bir hikaye.......Okursanız daha iyi anlayacağınızdan eminim...Bu yüzden paylaşmak istedim.

Kitabın yazarı :Frank McCourt İrlanda asılı bir öğretmendir.

Kitabı Yayımlayan : Epsilon Yayıncılık Hizmetleri

Çeviren :Neşe Olcaytu

Orjinal adı : Angela's Ashes

14 MART 2009 AKASYA DURAĞI GÖZDEN KAÇAN KONU

Akasya Durağı dizisini beğenen ve severek izleyen bir izleyici ve bir şeker hastası yakını olarak 14 Mart 2009 tarihinde yayınlanan Akasya Durağı dizisinde kendimce gördüğüm ve yakınım çok üzüldüğü bir olay yaşandı.
Akasya Durağı dizisinde oyunların haricinde, güzel ve toplumu bilinçlerdirici konuların işlendiğini biliyor ve görüyorum.
Yalnız bu hafta gözden kaçan bir konu oldu. Bu dizide bir şeker hastasını canlandıran oyuncunun şeker hastası olduğu halde, neredeyse bir tepsi cezeryeyi yiyip, hiçbirşey olmamış gibi, taksİyle evine gitmesi gözden kaçan bir konuydu.
Bir şeker hastası, bırakın bir tepsi cezeryeyi yemeyi, ucundan bile çok az tatsa şekeri anında yükselir. Buda onda şekerin vermiş olduğu komplikasyonları meydana getirir. Oysa burada hiç birşey olmamış gibi, başka türlü bir oyun sergilendi.
Dediğim gibi birçok şeker hastası var. Bunların içerisinde bilinçli olanlarla olmayanlar, küçük çocuklar var. Bilmeyen ve canı isteyen bir şeker hastası bunu görüp özenebilr. ki benim yakınımda da bu üzücü olay gerçekleşti.

Akasya Durağı ifade ettiğim gibi toplumu bilinçlendirici konuları işliyor. Fakat bir konudaki yapılan yanlışı gözden kaçırıyor. Özenmek ve onu yiyememek bir şeker hastası için çok tehlikeli bir durum.... Hele de bilmeyenler ve canı çekenler için...
Severek izlesem ve bunun rol olduğunu bilsemde bu konuyu belirmek istedim...

CONSTANCE HEAVEN "AŞK DÜĞÜMÜ"


Bir zamanların aşk romanları serisinden bir kitap daha....
1974 yılı 1 . baskısı
Hürriyet Yayınları
Çeviren: Alev Güven

Tutkuların, özlemlerin
Ayrılıkların girdabı tek bir yerde düğümlenir.
Aşk Düğümünde
Kinler, gerilimler
Unutulmayan Yeminler
tek yerde ebediyen yaşar.
Mutlulukla, mutsuzluk
Bir yerde çözülmez olur
Aşk düğümünde

Arka kapağından bir yazı.... Aşk romanları sevenler için yıllar öncesinden iyi bir roman... Annelerinizin bir zamanlar okuduğu romanlardandır...

15 Mart 2009 Pazar

MFÖ "SARI LALELER"

Yıllar öncesinden değil,ama, hayatımda sarı rengin ayrı bir güzelliği ve anlamı olduğu için bu şarkının benim için özel bir yönü var. Sadece paylaşmak istedim...



MFÖ "NEW YORK SOKAKLARINDA"

Geçmişten bir nostalji daha.





Yılların ötesinden gelen eskimeyen sanatçılar...Mazhar Alanson,Fuat Güner,Özkan Uğur üçlüsünü dinlememek imkansız...
Sizlerle paylaşmaya devam edeceğim gönlümde yer eden şarkıları....

14 Mart 2009 Cumartesi

UMUTLARIN ÖTESİ


Yeni güne Merhaba... Bugünde umutlarımın ötesinde bir yolculuğa çıkmaya hazırım. Bu yolculuk umuttan da öte.... Bu yolculuğun başlangıcı hayal, sonu, sonsuz düşler....

Haydi! hepimiz yeni güne merhaba dediğimiz anda, benim gibi sizlerde umutlarınızıda yanınıza alarak, başlayın umutların ötesine yolculuk yapmaya.

Belki, kiminizin şehrinde son karlar yağıyor. Belki son yağmurlar. Belki de bahar yeni umutlara hazırlanıyor. Hadi! Takılın içimizde esen bu umut rüzgarlarına...

Sınır yok...Engel yok...İstediğin kadar özgürsün...Bırak gitsin umutların, yağmur damlalarıyla uzaklara doğru bir bulutun kanadında...Savrulsun yeni ufuklara doğru.

Belki bir an hasretlerin vuslata çevrilir, belki de istediğin bir ülkede istediğin hayatı, hayatına katarsın....

Bir an gözlerini kapadığın gibi, dış dünyaya da kapa içindeki bütün umutsuzluklarını UNUT!..

Çünkü, umut bir cevher, bir tohumdur.. Değerini bilirsen her yerde yetişir. Zamanı, mekanı yoktur. Umutlarını kat, içindeki yitirilmiş, gizli, saklı, bastırılan duygulara. Bu sabah umutlarınıda yanına alarak uç sonsuza...

Bak! O zaman göreceksin bütün dert ve kederleri unutup, umutların ötesine yolculuk yapacaksın...Umutlarının gerçek olduğunu yüreğinde esen umut rüzgarlarıyla görecek ve yaşamaya umutlarının ötesinde devam edeceksin....


MANUEL PUİG " RÜYA GİBİ"


KİTABIN ARKA KAPAĞINDAKİ SÖZ:

Umutsuz aşklar kabus dolu geceler gibidir

Geçip gitse de silinmeyen izler bırakır

Unutulmayan acılar

Bitimsiz aşkların gönüllerdeki tek kalıntısıdır

Burada üç genç kızın ve bir kadının öyküsünü okuyacaksınız. Onlarla birlikte sevgiye lanetler mi yağdıracaksınız, yoksa her karanlık gecenin bir aydınlık yanı olduğunu söyleyip, kendinize avunma payı mı çıkaracaksınız?

Duygulu, etkileyici, büyüleyici ve gönlünüzden silemeyeceğiniz dantela gibi örülmüş bir aşk romanı...

Hürriyet Yayınları

Çeviren : Semiha Cein


Manuel Puig : Arjantin'in küçük bir kasabasında doğdu. Bu aşkın büyülü ülkesi ondaki yazarlık yeteneğini geliştirdi. ...

Aşk ve sevgi tarzında romanlar sevenler için yıllar öncesinden bir kitap daha....

PUPA YELKEN "SADUN BORO"


1965 yılının 22 Ağustos'unda iki yıl hazırlıktan sonra dünyayı dolaşmak üzere Kısmet adlı yelkenlisiyle dünya seyahatine çıkan Sadun Boro'nun gezdiği, gördüğü yerleri ve denizcilikler ilgili terimleri çok güzel anlattığı sürükleyici bir seyahat, gezi eseri.

Her defa okuduğumda tekrar tekrar okuma istediği uyandı içimde. Sanki bende Sadun Boro ile Kısmet Yelkenlisinde dünyayı dolaşıyor gibi oluyordum....
Güzel, akıcı ve içinde yaşadığın bir kitap... Bulursanız tavsiye ederim...

BİN FENERLİ EV " VİCTORİA HOLT"


KİTABIN ARKA SAYFASINDA YAZAN KONUSU:

Jane hayatını karartan ve kahretdici sırrı bulmalıydı. Yoksa aşkının da hayatının da sonu karanlıktı. Çin gibi bir Ülkede bir genç kızın yapabileceği iş miydi bu? Ama Jane bunu başaracak, heyecan ve ihtiras dolu binbir soluk kesici macerdan sonra Bin Fenerli Ev'i bir aşk ve mutluluk tapınağı haline getircekti.

Hürriyet Yayınları

Çeviren: Tomris Kalyoncuoğlu

Uzun yıllar önce okuduğum ve etkilendiğim kitapları ara ara sizlerle paylaşmak istiyorum. Bahsettiğim gibi ben biraz eskiye özlem duyup, nostaljiden hoşlanıyorum...

Bu yüzden sizlerle Victoria Holt'un Bin Fenerli Ev kitabını paylaşmak istedim. Güzel, etkileyici aşk, vefa, gizem ve entrika dolu bir kitap.

Zengin yaşlı ve gizemli bir adamın yanında kahya olarak çalışan kadının kızınla evlenen Mr. Sylvester Milner'in, eşiyle birlikte uzak doğuya gitmesiyle, Roland çiftliğinde başlayan olaylar uzak doğuda Bin Fenerli Ev'de daha da fazla gelişerek gizemini sürdürmektedir.

12 Mart 2009 Perşembe

JULİO IGLESİAS "PENSAMİ"



BİR NOSTALJİ YOLCULUĞU.....

JULİO IGLESİAS "MANUELA"

JULİO IGLESİAS "EL AMOR"







Yıllardır dinlediğim, yılların eskitemediği bu kadife sesli ispanyol sanatçının sesinde bir gizem, bir buğu bulurum. Onu her dinlediğimde günlük yaşadığım duygular içerisinden çıkar içimde saklı kalan duygularla sanki bir masal ülkesine giderim.. Sizlerinde beğenerek dinleyeceğinizi umarım..... Böylece, belki sizleride bir hayal yolculuğuna doğru bir masal ülkesine şarkıyla gönderirim....

10 Mart 2009 Salı

HEP SEN SUÇLUSUN....


Şu dünyada insanın yaşarken hissettiği en güzel duygu, kendini sevmesi ve inanması.. İyisiyle, kötüsüyle bencilliğe dönüştürmeden kendini kabul etmesi. Senin hissettiklerini kimse seninle aynı oran ve aynı ölçüde hissetmiyor. Yeri geldiği zaman senin düşüncelerin, duyguların onlarınkinden bir ölçü daha küçük çıkıyor.

Aslında seni umursayan yok. Ailenden başka. Etrafında bulunan insanlar sadece aldatmaca. Sen umursanmak değer biçilmek istiyorsun çevrendekiler,arkadaşların tarafından ama, senin düşüncelerini umursayan yok....

Herkes bir günü nasıl daha rahatça geçirebilirimin derdince. Almış başını gidiyor, bencillik duygusu. Durdurmak istiyorsun, bir şeyler söylüyorsun. Senin sesinin, duygularının hiç bir anlamı yok. Hep sen suçlu, hep sen yanlış, hep sen aramayan, hep sen hayırsız, hep sen gitmeyensin. Suçlusun kabul etmelisin deniliyor.

ZAMAN GEÇİYOR ONU TUTAMUYORUM


Yine akşam olmak üzere. Bir gün daha geçti. Sanki geçip gitmesini bekler gibi. İş yerimizde, bulunduğumuz her yerde sıkılıyoruz. Bir an önce zaman geçsinde, sıkıldığımız bu durumdan kurtulalım diye. Bugün iş yerimde en sıkıcı günlerimden birini yaşadım. Bir sebebi yoktu.

Oysa zamanın akıp gitmesinden nefret ediyorum. Zamanı yakalamak, onu tutabilmek istiyorum. İşten çıkış vaktim gelsede bir an önce eve gidebilsem diyordum. Çoğumuz böyle aynı düşünceleri paylaşıyoruz. Belki, bazılarımızın sebebi var, bazılarımızın sebebi yok. Benim de sebepsizdi. Hani tarifi imkansız duygular eser ya insanın içinde, bugünde öyle günlerimden biriydi.

Şimdi evdeyim. Koskoca bir günün sonunda dönüp arkama baktığımda, beni mutlu edecek veya mutsuz edecek herhangi bir olay olmamış. İnsan ruhunun değişken bir yapıya sahip olduğunu bu akşam, bugün bir kez daha anlamış oldum.

Canımız , içimiz sıkıldıkça hep zamanın geçmesini bekliyoruz. Sanki, gelecek olan zaman, şu andaki durumumuzdan daha güzellikler getirecekmiş gibi. Galiba, belirsizlik, bilinmeyen birazda insanı cezbediyor. Bulunduğu yerde düşler kurmasına sebep oluyor. İş yerimizde ah diyoruz keşke evimize gitsekte, şöyle bir kahve yapıp rahat rahat içebilsem. ya da aykalarımı uzatıp kimse rahatsız etmeden , hiç bir şey düşünmeden uyuyabilsem. televizyon eşliğinde şekerleme yapabilsem. İşte! Yorgunluğumuz, zamanın çabucak geçmesini istiyor. Bulunduğumuz yerde aradığımızı bulamıyoruz. Bulduğumuzlada yetinmeyip, kendi kendimize duygusal işkence çektiriyoruz.

Bu durumu isteyerek yapmıyoruz. Ama, insanoğlu bir an duygusal bir fırtınaya kapılmaya görsün. O fırtına içerisinde kaybolup gidiyor. Oradan, oraya , o duygudan, o duyguya savrulup gidiyor.... Her gün aynı telaş, her gün aynı çile. Aslında, hiç faydası yok yüreğimize...

İşte! Bu akşamda böyle garip bir duygu vardı yüreğimde, koca günün sonunda bana emanet kalan. Bakalım, yarınlar neler getirecek. Hayırlar getirecek buna eminim. Çünkü benim güçlü bir kalbim var......

AĞLAMAK HER DERDE ÇARE OLMUYOR


Ağlamak, gözlerinden yaşlar boşalırcasına, hiç kalmamacasına kadar ağlamak. Yitip giden duyguların içerisinde kaybolmak. Bir damla gözyaşının bütün kederleri sildiği, yok ettiği duygularda yüzmek.

Ağlamak, çare bulmak. Ağlamak kötü duyguların çıkış kapısı. Keşke o çıkış kapısının ucunu görebilsek. Delice yağan yağmurların bir anda dindiği gibi, gözyaşları içinde kurumak...

Olmuyor..... Ağlamak her derde çare olmuyor...

Sadece rahatladım, bu yoğun duygulardan kurtuldum, üzerimden bir yük attım sanıyorsun, ama, olmuyor.... Ağlamak her derde çare olmuyor...

Bazen kendi gözyaşlarının içerisinde boğuluyorsun. Boğazına bir şeyler düğümleniyor, boğazın acıyor, yutkunamıyorsun....Sen ağladığınla kalıyorsun...

Sen ağladıkça, seni aciz sanıyorlar. Bilmiyorlar, sanki kendileri ağlamıyorlar. Ağlamayı gurur sanıyorlar. Ağlamayarak, gururlarını arttırdım, güçlendim sanıyorlar.

Bilmiyorlar, ağladığında mutsuz olduğunu bilmiyorlar. Onlar seni gurursuz, güçsüz sanıyorlar.

Boşver sen yinede onların karşısında ağlama arkadaş! ÇÜNKÜ, Ağlamak her derde, HER DUYGUYA çare olmuyor...

8 Mart 2009 Pazar

FUNDA ARAR YENİ ALBÜMÜ "ZAMANIN ELİ" ÇIKTI


Funda Arar'ın son, yeni albümü "Zamanın Eli" isimli albümü çıktı. Bir Funda Arar hayranı olarak, hayranlarına belirmek isterim.


Aranjörlüğünü eşi Febyo Taşelin üstlendiği albümü çıktı...

7 Mart 2009 Cumartesi

KOMŞULUK İLİŞKİLERİ


Son zamanlarda hızla artan teknolojinin etkisiyle, komşuluk ilişkileri bir garip hal almaya başladı. Eskiden mahalle aralarında veya bir sokak ya da cadde boyunca oturan insanlar birbirlerini tanır ve haklarında çoğu şeyi bilirken, bugün karşı tarafında veya yanında oturan komşunun kim olduğunu, bilemez olduk. Komşuluk kavramı bir aile, akraba ilişlileri kadar değer taşır.
Bugün oturduğun apartmanda komşunu tanımayan, neye ihtiyacı olup olmadığını bilmeyen insanlar haline geldik. Oysa komşuluk örf ve adetlerimizde terk etmememiz gereken kavramlardandır.
Boş arsaların yerini büyük apartmanların alması ve geçim sıkıntısı yüzünden birçok insan komşuluk kavramından yoksun bir hayat sürmektedir. Çalışan kesim günümüz şartlarında arttığı için, yandaki veya karşı tarafında kimin dahi oturduğundan bi haber yaşamaktadır. Bu gibi düşüncelerin aslında çalışmaylada ilintili olabileceğine pek inanmıyorum...
Komşu komşunun külüne muhtaç tır diye bir atasözümüz vardır. İşte bu söz bir zamanlar bir komşumun gerçekten işine yaramış.
Eskiden tüm mahalle halkı birbirlerine bir günaydın, bir merhaba, iyi akşamlar sözünü esirgemezken, bugün aynı mahalleyi bıraktım, aynı apartmanda oturduğun komşun merdivenlerde karşılaştığınız an başını ya öne eğiyor, ya çeviriyor, ya görmemezlikten geliyor, ya da ağzından belli belirsiz, istemsiz bir şekilde zorla cümleler çıkıyor. Ne kadar acı bir durum.
Yavaş yavaş örf ve adetlerimizi kaybetmeye başladığımız gibi , galiba insanlığımızıda kaybediyoruz. dostluğa, arkadaşlığa, komşuluğa önem vermeyen bir toplum haline geliyoruz ne yazık ki...

Melodi AKÇAY

EMRE ALTUĞ "KAPIŞ KAPIŞ AŞK"



Bayılıyorum Emre Altuğ'a....Hele eskimeyen şarkıların yazarları Rahmetli Çiğdem Talu ile Melih Kibar şarkılarını bir harika okur...

Melodi

EYLEM AKTAŞ "SÖYLEYEMEDİM"



Ne muhteşem şarkı ve diziydi..

MODERN TALKING "CHERI CHERI LADY"

Geçmişten sevdiğim nostaljileri paylaşmaya devam ediyorum.
Modern Talkıng bir zamanlar fırtınalar estiren, müzik tarihine damga vuran bir grup.
Onlarla büyüdüm. Onun için yerleri ayrıdır kalbimde...





Thomas Anderson ve Dieter Bohlen fırtınalar estiren şarkılarıyla birçok gönüllere giren sanatçılar....

6 Mart 2009 Cuma

ERİK AĞAÇLARI ÇİÇEK AÇTI


Dünkü sıcak hava bugün yerini yağmurlu bir sabaha bıraktı. Sabahın bu vaktinde çatılarda öten kumru kuşlarının sesleri geliyor kulağıma.
Belki birbirlerine bizler gibi GÜNAYDIN diyorlar, belki de hayata MERHABA diyorlar.
Onlarda bizler gibi yeni güne hazırlanıyorlar. Dün, ilk defa erik ağaçlarının beyaz çiçekleriyle karşılaştım. Bahar gelmişti.
Yeni bir bahara onlarda kumrular gibi hazırlanıyorlardı. Aldatıcı sıcak güneşin altında, dün mi
nik serçelerin cıvıldaşma seslerini duydum. Çatılardan çatılara pır pır uçuyorlardı. Kanat çırpmalarını bir görecektiniz. Acele ve telaşlı bir şekilde uçuyorlardı. Dün tam bir bahar havası vardı.
Serçeler ve erik ağaçları koca kışın yorgunluğunu, karamsarlığını üzerimden atmaya yetti. Serçeler bir sürü halinde, havada taklalar atıyor baharın geldiğini erik ağaçları gibi bizlere müjdeliyorlardı.
Bir kedi vardı çöp tenekesini karıştıran. Korkulu ve yalvaran gözlerle bana bakan ve her an üzerime doğru atılmaya hazırlanan. Herkes, bütün canlılar yeni bir yaşam, yeni bir ekmek derdindeydi. Tıpkı insanlar gibi. Onlarda, yeni gelecek olan bu yolculuğa hazırlanıyorlardı. Baharı huzurla bekleyen kalpler gibi.

Melodi AKÇAY

BENDENİZ&HARUN KOLÇAK - BİRİ VAR





Ne mükemmel şarkı. saklı kalmış, pek fark edilmemiş ama benim için her iki yorumcuda şarkı gibi mükemmel... Harun Kolçak'ın buğulu sesiyle, Bendeniz'in güçlü sesi birleşmiş ve ortaya mükemmel duygu yüklü bir şarkı çıkmış. Ağızlarına, yüreklerine sağlık....

Melodi AKÇAY

İLKBAHAR GÜNEŞİ


Kış yavaş yavaş bahara bırakıyor kendini. İlkbahar güneşi yüzünü göstermeye başladı. Baharın kokuları belli ediyor geldiğini. Göçmen kuşlar terk ettikleri yerlere doğru çoktan yolculuğa çıktılar.

Tarlalarda çimenler yeşerdi. Aralarında seyrek seyrek çiçekler açıyor.

Kimi sarı, kimi beyaz, kimi eflatun renginde... Bir panayır yerini andırıyorlar.

İnsanlar kışın yorgunluğunu üzerlerinden atmak istercesine bahara kucak açıyorlar. Bir sabah güneşi, iliklerine kadar işliyor. Bunca soğuktan sonra...

Kışlık kıyafetler yavaş yavaş baharlık kıyafetlere bırakacak yerini. Baharlık giysi bulmak zor olur genelde üzerimize. Ya kalın, ya incedir kıyafetlerimiz. Ortası yoktur çoğunlukla hepimizde. Bu yüzden ilkaharın güneşine aldanırız. Sımsıcak havayı görünce ısınacağız sanırız. İnce bir hırka, ya da yelekle baharı karşılarız. Hastalıklar bu mevsimde başlar. Hava değişikliği, vücudumuzu daha bir yorgun yapar.

Yeni yeni ümitler yeşerir içimizde, çiçeklerle, çimenlerle birlikte.

Umutlarımızı bu bahara bırakırız ve gelen bu baharla birlikye yeni dünyalara yelken açarız...


Melodi AKÇAY

5 Mart 2009 Perşembe

EMRE ALTUĞ "AŞKI KIYAMET"

KIRMIZI OYALI ÇEMBER


Al kınalar yaktılar eline
Kırmızı oyalı çemberin başında
Avucunu açtın bir sarı lira uğruna
Ne düğünlere şahit oldun sen..
Ne eğlendin, ne oynadın
Şimdi; sende gelin oluyorsun
Mutluluğa kucak açtın
Dünya evine girdim sanıyorsun..
Bu yol mutluluk yolu
Bu yolda mutsuzluk yok
Acı, keder yok sanıp aldanıyorsun...
Davullarla, zurnalarla
Hep oyun havasında geçecek bu ömrün sanıyorsun...
Melodi AKÇAY

4 Mart 2009 Çarşamba

SANDRA KİM "J'AIME LA VIE"

Geçmişten eurovision'dan unutamazdığımız şarkı ve şarkıcılar. Küçüktüm, izlediğim o günü hala unutamam. Belçika adına yarışan ve ülkesine eurovision'da birincilik getiren şarkı....





Anılarımda olan bu şarkıyı sizlerle paylaşmak istedim....

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ


8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşıyor... Her özel günün kutlanması ve anılması taraftarıyım... Bir gün bile olsa insanın böyle günlerde kendini özel hissetmesi, ki; hissediyorsa yaşamın bir yanını yakaladı demektir.

İnsanların, cinsiyet olarak ayrılması taraftarı değilim. Benim için salt olan insandır...

Ama, böyle özel bir günde de, dünyada yaşayan bir sürü çilekeş veya başarıya ulaşmış kadınların adına bu ve bunun gibi özel günlerin olması insanlık açısından gurur verici....

Kadınlar yaşadıkları ülkelere göre farklı yaşam standartları sürdürselerde... Tüm dünya kadınlarının bir tek ortak noktası vardır. Oda ANNE RUHUNA sahip oluşları, koruyucu, gerektiğinde canını verebilecek kadar güçlü bir yüreğe sahip olmalarıdır...

Erkeklerle, aralarındaki fırsat eşitliği sözüne gelirsek, fırsat eşitliği ne demek...Cinsiyet olarak insanları yaptıkları ve yapacakları şeylere göre ayırt etnek, dışarıya ekarte etmek, insanlık açısından yapılan yanlış davranışların başında gelir...

Fırsatları hep erkekler yaratacak ya da kendileri ellerine alacak diye birşey söz konusu olamaz.

Her konuda cinsiyet gözetmeksizin, insanlar arasında her türlü fikir anlaşmazlığı olabilir. Yalnızca bunu cinsiyet güderek kadınlar üzerinde baskıcı bir şekilde uygulamaya kalkarsak, bir adım ileriye giden insanlar değil, olduğu yerde sayan veya geriye giden toplumlar arasında yer alırız..

Kadın ve erkek bu dünyada var olduğu ve hayatta var olduğu sürece, birbirlerine muhtaçtır. Birlikte elele veren toplumlar ve evlilikler nasıl uzun ve mutlu sürüyor ve yaşamın anlamı oluyorlarsa, kadın ve erkek ilişkileride cinsiyet gözetmeksizin düşünüldüğünde ve bu eyleme konulduğunda ,mutlu bireyler ve toplumlar ortaya çıkacaktır. Yani imece, bir elin nesi var, iki elin sesi var misali....

Kadın haklarından bahsediyorlar. Kadın veya erkeğin hakkı diye bir ayırım yok aslında. İşte! en büyük yanlış burada başlıyor. İnsan hakları diye bir kavram vardır. Geçerli olanda bu olmalıdır...

Kadın kendi hakkını kimden almak zorundaki, hakkı gibi bir cümle konuşuyorlar. . Ya da kimin tek elindeki, istediği zaman verip, istediği zaman vermemek gibi bir lükse ve bencilliğe sahip...

TÜM DÜNYANIN KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN...AMA, BAŞKA GÜNLER GİBİ, BUGÜNDE SADECE BİRGÜN ANILMASIN....
BÜTÜN BİR ÖMRÜMÜZÜ CİNSİYET AYRIMI GÖZETMEKSİZİN MUTLULUK VE SAĞLIKLA YAŞAYALIM.....

Melodi AKÇAY

FUNDA ARAR "ALAGÜL"

Funda Arar'ın çok büyük hayranıyım. Böyle bir sesi, nasıl anlatsam bilemiyorum. Her damlasında hüzün ve duygu yüklü.







Böyle bir yorum, böyle bir ses rengi mükemmel...
Kendisini izleyerek, dinleme fırsatıda buldum. Ve düşlediğim gibi mükemmel bir sonuçla karşılaştım. Performansı harika. Tam bir profesyonel sanatçı...

Şimdi sizlerle çok sevdiğim "ALAGÜL" şarkısını paylaşıyorum...


JOHNNY LOGAN "WHISKEY IN THE JAR"

johnny Logan, İrlandalı şarkıcı. Birçok defa eurovision'a katılmış ve ülkesi adına birçok birincilik kazandırmıştır. Johnny Logan'ı su gibi akan berrak sesiyle hatırlarım..




Şimdi sizlerle "whıskey ın the jar" şarkısını paylaşıyorum... Efsanevi sanatçı...
Yıllar hala yakışıklılığını kaybettirmemiş. ..Sesinede daha bir ahenk yüklemiş...

JOHNNY LOGAN "WHAT'S ANOTHER YEAR"

jOHNNY LOGAN, YILLAR ÖTESİNDEN BİR ŞARKI. EUROVİSİON'DA UNUTMADIĞIM ŞARKICILARDAN BİR TANESİ.



3 Mart 2009 Salı

YAŞARKEN SENDEN VAZGEÇEMİYORUM


Sen nasıl şeysin? Gerçek mi? Yoksa serap mı?
Susuz çöllerde susun..
Yüreğimde hiç bitmeyecek bir duygusun..
Bir gülüşün yeter
Ağlayan yürekleri susturmaya..
Bir bakışın, var olduğunu hatırlatır insana..
Sen, sevgiyle sarmalayan
Fırtınaları, tayfunları durduran
Umutsuzluk girdabında koşmayan..
Yarın yeni bir ümittir
Yeni bir başlangıçtır diyerek,,,
Yüreklere umut veren
Umudun ta kendisisin..
Sen güçlüsün, demir gibi bükülmezsin..
Kimse caydıramaz seni girdiğin yollardan..
Haksızlığın gölgesinde siyahlaşmayan
Merhamet seninle birlikte var olur..
Bir bakışın insana bu duyguyu hatırlatır...
Sen özlemleri sarıp sarmalayan,,,
Onları hayallerinde yaşatan,,
Bir gün kavuşacakmış gibi hülya'lara dalan,,
Umutun, sevginin ta kendisisin..

Dokunsam korkuyorum..
Koklasam hissedemiyorum..
Baksam göremiyorum..
Ama, yaşarken senden vazgeçemiyorum...

Melodi AKÇAY

YÜREĞİMDEKİ SARI GÜL




Şu yalan dünyanın yoktur dümeni
Hayatımın bozuldu bütün düzeni
Sevmek istedim izin vermediler
Sende kimsin? Seveceksin dediler..
Sevgilime vermek istedim, bir demet sarı gül...
Sarı gül verme, anlamı ayrılıktır dediler..
İçimdeki sarı güle, farklı bir anlam yüklediler..
Senin ki aşk değil, kara sevda dediler...
Yüreğimin sesi Git! Diyordu.
Anlat ona sevdanı
Aldırma sen başkalarının sözüne
Ömrünce bekledin, sevdiğini söylemek için
Onun, bakarak Yeşil Gözlerine....
Melodi AKÇAY


ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN "ALDANIŞ"


Yıkılmak, ezilmek her gün biraz daha

Dostlar değişiyor aldanmalar değil,

Aksimizden eser yok şimdi o sularda

Çirkin olan biziz, aynalar değil...

Şerefsiz ellerin şerefe kaldırdıkları

Şişeler, kadehler o cam kırıkları

Götürün, götürün bu aydınlıkları

İçimde güz başladı ilkbahar değil,

Ne bir anlayışlı el, ne bir dost bakış

Biraz ümit, biraz hayal sonra aldanış

En güvendiğimiz tepelere kar yağmış

Deniz o deniz değil, dağlar o dağlar değil...

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

ALBANO VE ROMİNA POWER "TU SOLTANTO TU"



Bu sahne görülmeye değer. Muhteşem bir şarkı ve muhteşem bir manzara. Birbirlerine aşkla bakıyorlar.. izlenmeye ve dinlemeye değer bir şarkı...

Melodi AKÇAY

ALBANO VE ROMİNA POWER "FELICITA"

BİR ZAMANLARIN UNUTULMAZ,


FIRTINALAR ESTİREN ŞARKI VE SANATÇILARI
GEÇMİŞTEN BİR ÇOK NOSTALJİ...

JOAN OSBORNE "ONE OF US"







Harika bir şarkı,her dinlediğimde bir hüzün kokar...

2 Mart 2009 Pazartesi

BİR KADININ ANLATTIKLARI


Bir bayanın geçmişte bana anlattığı düşünceleriyle başlamak istiyorum yazıma.. Demişlerdi ki ona, Anlat içindeki fırtınalar estiren duygularını. Ve o bayan, Nereden başlasam anlatmaya, bir hüzün çıkar karşıma.

Yanlış yapılan evlilik, yanlış eş seçimi, yıllarca süren inişli çıkışlı yollar. Bitmek bilmeyen hüsranlar, acılar.

Yapmak isteyipte yapamadıklarım. Başlamadan biten umutlar.

Hep yarın yaparım dedim. Bir gün arkama dönüp baktığımda, yarın dediğim zaman çoktan gelip geçmişte, o zaman anladım.

Yarın diye bir şey yokmuş. Yapmak istediklerini bugün yapacakmışsın.

Bu sözler evli genç bir bayanın bana bir zamanlar anlattığı bir anektodu da getirdi aklıma. Bir seminerde ona ve iş arkadaşlarına anlatılan hayatla ilgili bir düşünce ve uygulayış biçimi.

İşleri gereği onlara seminerler veriliyormuş. V e semineri sunan kişi, şimdi şu sandalyelere oturun. Önce bir etrafınıza bir bakın bakalım ne görüyorsunuz? Sonra arka tarafınıza bakın bakalım, orada ne görüyorsunuz. Şimdi de bulunduğunuz yere bakın neler görüyorsunuz diye felsefi sorular sormuşlar.

Ve semineri yöneten kişi şimdi bu sorulara bir yeni bir soru eklemiş. Ön tarafınız geçmiş, arka tarafınız gelecek, bulunduğunuz yer şimdiki zaman, bugün olsun... Ve Lütfen ! Bunlara yüzdeli puanlar verin demiş....

Seminerdekilerin çoğu, geçmiş ve geleceğe yüzdeli cevaplar vermişler. Az bir kısım, şimdiki zamana puan vermiş. Ve görevli, cevap kağıtlarına bakınca . Arkadaşlar! Cevap şimdiki zaman olacaktı. Yani bulunduğunuz yer. Size şöyle bir açıklama yapayım. Geçmiş ön tarafınızda yaşadın, gördün ve biliyorsun. Yaşandı bitti. Gelecek arka tarafınızda,yaşamadım, görmedin ve bilmiyorsun. Görmediğin için yarının neler getireceğinden habersizsin... Önemli olan şimdiki bulunduğun zamandır.... diyerek, onları ters bir teoriyle hayattaki düşünceleriyle sınamış...

Melodi AKÇAY